Prof. Dr. Fuat Sezgin, “İslâm Medeniyetinin büyüklüğünü kendi insanımıza anlatmak, batılılara anlatmaktan daha zor!”
İslâm bilim tarihinin daha iyi anlatılmasını ve öğrenilmesini sağlamak, Prof. Dr. Fuat Sezgin’i ve bu alanda yaptığı çok önemli çalışmaları genç nesle aktarmak amacıyla Cumhurbaşkanlığı Genelgesiyle 2019 Yılı, “Prof. Dr. Fuat Sezgin Yılı” olarak ilan edilmişti. Üniversitemiz de Prof. Dr. Fuat Sezgin İslâm Bilim Tarihi Araştırmaları Vakfı ve Kırıkkale Üniversitesi ile yıl boyunca bu çalışmaları yürütmek üzere protokol imzalamıştı.
Bu kapsamda düzenlenen “İslâm Medeniyetinin Dünya Medeniyetine Yaptığı Katkılar ve Prof. Dr. Fuat Sezgin” konulu konferans, 13 Mart 2019 tarihinde Prof. Ümit Doğay Arınç Kültür Merkezinde gerçekleştirildi. Konferansa Rektörümüz Prof. Dr. A. Kemal Çelebi, Rektör Yardımcımız Prof. Dr. Muzaffer Tepekaya, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Mıynat, Fen-Edebiyat Fakültesi Dekan Yardımcıları Doç. Dr. Kamil Şirin ve Dr. Öğr. Üyesi İlker Mümin Çağlar, Genel Sekterimiz Ali Emirosmanoğlu, öğretim üyeleri ve öğrencilerimiz katıldı.
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Bilim Tarihi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kaçar’ın konuşmacı olarak katıldığı konferans, Prof. Dr. Fuat Sezgin hakkındaki tanıtım filminin gösterimi ile başladı.
İbnü'l-Vakt (Zamanın Oğlu) Prof. Dr. Fuat Sezgin
Konuşmasına 2004 yılını baz alarak başlayacağını belirten Prof. Dr. Mustafa Kaçar, “2004 yılı yeni bir meydan okumanın başladığı yıldı. Süleymaniye’deki 4. Medrese, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA)’ya tahsis edilmişti. Fuat Sezgin hoca ilk defa TÜBA’da seçkin bilim insanlarına bir konuşma yaptı ve İslâm Medeniyetinin Dünya Medeniyetine yaptığı katkıları anlattı. Türkiye’de var olan İslâm Medeniyeti karşıtı tavrı dile getirdi. Prof. Dr. Fuat Sezgin bu konuşmasında, ‘İslâm Medeniyetinin büyüklüğünü tüm dünyada anlattım ama ilk defa kendi memleketimde Türkçe olarak anlatıyorum’ dedi. Bu durumu biraz irdeleyecek olursak, özellikle yaşı 50’yi aşmış olanların hatırlayacağı üzere eskiden evimizde, restoranlarda Şark köşesi dediğimiz bir köşe vardı. Aslında bu köşe zihnimizde, ruhumuzda, kültür hayatımızda da yer eden bir köşeydi. İşte bu Şark dediğimiz şey, İslâm dünyasıydı. İslâm medeniyeti hayatımızın, evimizin bir köşesinde adeta unutulmaya mahkûm olmuştu.
19. Yüzyılda İslâm Medeniyetinin Dünya Medeniyetine bir katkıda bulunmadığına dair bir fikir ortaya atıldı. 1883’de Paris Sorbonne Üniversitesinde, dönemin en meşhur filozofu Ernest Renan bir konuşma yaptı. Konuşmasının başlığı İslamiyet ve Bilim’di Bu konuşmada özetle, İslâmiyetin insanlığın gelişmesine, kültürüne herhangi bir katkıda bulunmadığını söyledi. Özellikle de Kuzey Afrika’dan örneklerle bu iddiasını dile getirdi. Aslında dinler tarihi üzerine çalışmış önemli bir bilim insanıydı. Böyle bir çıkış yaptı ve ortadan kayboldu. Ancak o zamanki emperyalist düşünce bunu gerekli görüyordu. İslâm dünyasından birkaç cılız karşılık dışında bir itiraz da gelmedi. Bu itirazı yapanların başında ünlü şairimiz Namık Kemal gelmektedir. İşte bu konferanstan sonra İslâm dünyası, atalarının dünya medeniyetine yaptığı katkıları adeta bir efsane gibi hatırlar olacaktı. Bu konudaki ilk çalışmayı, Türkiye’deki bilim tarihinin kurucusu merhum Salih Zeki yapmış ve birçok bilim dalını İslâm alimlerinin kurduğunu ortaya koymuştur. Cumhuriyetin ilanı ile birlikte Abdullah Adnan Adıvar tarafından “Osmanlı Türklerinde İlim” isimli bir kitap daha yayınlandı. Sonra da çok ciddi bir çalışma yapılmadı. Bu durum 1924 yılında doğan, 1942 yılında İstanbul’a matematik okumak üzere gelen Fuat Sezgin ortaya çıkana kadar devam etti.
Fuat Sezgin Matematik okumaya başlamış, belli bir süre de geçmişti. Bir arkadaşı Hellmut Ritter’in konferansına gitmekteydi ve Fuat Sezgin’i de konferansa çağırdı. İşte bu konferans, onun bütün hayatını değiştirecek olan konferanstı. Hellmut Ritter, Alman Şarkiyatçılık ekolünün temsilcisi önemli bir bilim insanıdır. Onun hocası Wiedemann İslam Bilim Tarihi konusunda en ciddi araştırmaları yapan Alman Şarkiyatçıdır.
Atatürk; ülkemizi araştırılan bir kültür olmaktan ziyade, araştıran bir kültür olmaya doğru yönlendirdi.
1933’de Darülfünun-ı Şahane, Atatürk tarafından bir reforma tabi tutulur. Atatürk, o gün dünyada üniversiteler nasılsa öyle modern ve çağdaş bir üniversite olması için gerekli teşebbüslerde bulunur. Çünkü Atatürk ileriyi çok iyi gören bir liderdir. Sadece iktisadi, askeri ve siyasi olarak değil, kültürel anlamda da çok açık bir insandır. Türk Tarih Kurumunu, Türk Dil Kurumunu da bu düşüncelerle kurar. Araştırılan bir kültür olmaktan ziyade araştıran bir kültür olmaya doğru ülkeyi yönlendirir. O sırada Nazi zulmünden kaçan pek çok önemli bilim insanına da kucak açar ve ülkemizde bilim üretmelerini sağlar. İşte Hellmut Ritter de bu bilim insanlarından biridir. Hellmut Ritter bu konferansında, “Bugün hayran olduğumuz Batı Medeniyeti ve modern bilim hayatının temelleri; aslında İslâm Medeniyetinin, İslâm alimlerinin yapmış oldukları önemli katkılar sayesinde gerçekleştirilmiştir” der. Bunun üzerine Fuat Sezgin hoca birden bire fikrini değiştirecek ve hemen fakültenin sekreterliğine gidip Edebiyat Fakültesinde Hellmut Ritter hocanın talebesi olmak istediğini söyleyecektir. Fakat kayıt dönemi kapandığı için dekan da yapabileceği bir şey olmadığını söyleyecektir. O sırada Hellmut Ritter’in odaya girmesi, Fuat Sezgin’i tanıması ve orada küçük bir imtihandan geçirip onu kabul etmesiyle sonuçlanan o gün, Fuat hocanın bütün hayatını değiştirir. 2004 yılında Türkçe verdiği ilk konferansıyla da bizim geleceğe dönük planlarımızı ve düşüncelerimizi değiştirecek yeni bir ufuk açar. Aslında anlattığı o ufuk, bir yerde çaresizce öğrendiğimiz, kabul etmek durumunda olduğumuz her şeye meydan okumadır.
Dört yıl sonunda mezun olduğunda çok yoğun bir döneme girecek; “Bedî İlminin Tekâmülü" konusunda bitirme tezi yapacak, “Mecâzu'l-Kur'ân” konusundaki doktora çalışmasını tamamlayacaktır ve ardından “İlk Kur’an Tefsirleri” üzerine yeni bir görüş ortaya atacaktır. Avrupa’da İslâm dininin dayandığı tefsir ve hadislerin nakil yoluyla ulaştığı, yazılı kaynaklarının olmadığı ve hepsinin tartışılabilir hususlar olduğu konusunda geniş bir kabul söz konusuydu. Fuat Sezgin’in ilk yıktığı şey bu olacaktır. Hem mucize Kur’an’da hem Buhari’nin kaynakları altında yapacağı doçentlik çalışmasında, esas itibarı ile söylemek istediği “Kur’an, hadisler ve diğer tefsirler yazılı kaynaklara dayanmaktadır ve bunlar geriye doğru kontrol edilebilir delillendirilebilir” diyecek ve elbette ki bu çalışma Avrupa’da Türkiye’dekinden çok daha büyük bir yankı uyandıracaktır. 1956 yılından sonra Fransa ve Almanya’da katıldığı Müsteşrikler Kongresinde bu çalışmalarını anlatacak ve Avrupa bunu kabul etmek zorunda kalacaktır.
Ancak Fuat Sezgin, 1960 askeri darbesinden sonra üniversitelerden atılan akademisyenlerden biri olarak Frankfurt’a gitmek durumunda kalacaktır. Kendisi bu olayı anlatırken “İsmimi gazetede listede görünce şaşırdım ve üzüldüm ve Enstitüye gidecekken yolumu değiştirdim Süleymaniye Kütüphanesine gittim. Birkaç arkadaşıma mektup yazdım” der. Katıldığı Müsteşrikler Kongresinde tanıştığı ve birlikte çalıştığı oryantalistlerden cevap gelmiştir ve kendisi İstanbul’a en yakın olan Frankfurt Goethe Üniversitesini tercih etmiştir. Kendisini kabul ettirmek için yıllarca çalışmak zorunda kalacaktır. Burada, daha İstanbul’da iken başlamış olduğu 18 ciltlik Geschichte des Arabischen Schrifttums (GAS) kitabını tamamlayacaktır.
Elbette İslam Medeniyetinin bilim eserleri konusunda Alman doğu bilimcisi Carl Brockelmann bir eser hazırlamıştı. İstanbul ve birçok İslâm ülkesi dışında, Avrupa’da bulunan İslâm eserlerine dayalı olarak hazırlamış olduğu bu eserin birçok açıdan eksikliği ve zayıflığı söz konusuydu. Bunları ortadan kaldırmak için bir çalışma hazırlamıştı. İşte bu projesine Frankfurt’ta kaldığı yerden devam edecek ve sonuçta bu 18 cildi tamamlayacaktır. Bu eserin diğerlerinden farklı olan tarafı, bir bibliyografya eseri olmaktan öte aslında o bilim insanlarının ruhunu bize aktarmasıdır. Yazarın ruhunun yarısını kitaplara aktardığı söylenir. Eseri elimize aldığımızda görüyoruz ki Fuat hoca, eserinde ruhunun yarısını bırakmıştır.
Prof. Dr. Fuat Sezgin hocanın 1 günde 3 günlük çalıştığını düşünürsek, onun 225 yıllık bir çalışma ömrü olduğunu hesaplayabiliriz.
Fuat Sezgin, öğrencilerle sohbet etmek, onların her türlü sorunu ve isteğiyle ilgilenmek dışında, zaman kaybetmeyi hiç sevmezdi. O kadar ki kendi düğün merasimini bile yarım saatte bitirmiştir. Günde 18 saat çalışmayı kendisine şiar edinecektir. Sadece hayatının son döneminde 15-16 saate düşmüştür. Bu 18 ciltlik GAS eseri az gibi görünse de bunun içinde binlerce eserin, yazarın ve bilim insanının ruhu vardır. Ayrıca bu eserleri ortaya koyabilmek için bu eserlere ilişkin bütün yazmaları bir araya toplayacak ve bu 1400 ciltten oluşan büyük bir külliyat olacaktır. Yani İslâm alimlerinin yazmış olduğu bilim kitaplarının külliyatını ortaya koyacaktır. 1400 ciltlik eserlerin isimlerini okumaya vaktimiz yetmez ama Fuat Sezgin hocanın 1 günde 3 günlük çalıştığını düşünürsek, onun 25 yıllık bir çalışma ömrü olduğunu hesaplayabiliriz.
Yaptığı araştırmalardan dolayı İslam alimlerinin insanlığa yaptığı katkılarını çok iyi biliyordu ve bunların bilinmesini istiyordu. Binlerce eseri inceleyerek bunların nerede olduğunu gösterdi, yani aslında bize bu definenin biz haritasını verdi. Bütün dünyaya İslam alimlerinin yapmış oldukları çalışmaları somut olarak göstermek için bu alimlerin üretmiş oldukları teknolojileri ve bilim eserlerini yeniden canlandırmaya, birer örneklerini yapmaya azmetti ve yola çıktı. Çok geçmeden İslam alimlerinin icat etmiş oldukları, bugün günlük hayatta kullanmış olduğumuz hemen hemen bütün teknolojik araçların ilk prototipini oluşturan bu keşifleri halka somut olarak göstermek için bir müze tasarladı ve 1980’lerde Frankfurt’ta, dünyada ilk defa böyle bir müze kurdu. İşte bu yüzden şimdi Frankfurt daha çok gezilir oldu. İlgili-ilgisiz, meraklı-meraksız herkes Frankfurt’ta İslam alimlerinin yapmış oldukları çalışmaları görme imkanına kavuştu ve çok geçmeden Fuat Hoca bu eserleri anlatan 5 ciltlik bir çalışma gerçekleştirdi. Bu eserler Almanca, İngilizce, Fransızca ve Arapça’ya çevrildi ve 2004 yılında TÜBA’daki konuşmasından sonra da Türkçe’ye çevrildi.
2004 yılından sonra şu an Cumhurbaşkanımız olan dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Fuat Sezgin Hocayı keşfetti. Ve hocaya ‘İstanbul’a geliyorsunuz’ dedi. Ancak Fuat hoca, Türkiye’de bilim tarihi yapılacağına inanmıyordu, çok ümitsizdi, çok karamsardı. Recep Tayyip Erdoğan, ‘Siz hiç merak etmeyin hocam, ben ne gerekiyorsa yapacağım’ dedi ve ilk önce İslam Bilim Tarihi Araştırmaları Vakfını, arkasından da müzeyi kurdu. Prof. Dr. Fuat Sezgin, müzenin kuruluşunda bizzat çalıştı. 2013 yılında da bir lisans programının açılmasını istedi. Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesinde, benim de kuruluşunda emeğim olan Bilim Tarihi Bölümünü kurdu. Fuat hoca, ‘Bu bölüme gelen öğrencilerden para almayacaksınız’ dedi ve bölüm yüzde yüz burslu olarak kuruldu. Lisans öğrencilerine ayda 800, yüksek lisans yapanlara ayda 1500, doktora öğrencilerine de ayda 2000 TL burs verdirdi.
Prof. Dr. Fuat Sezgin’i bu büyük İslam Bilim Tarihçisini, bir kez daha rahmetle, minnetle ve şükranla anıyorum. Onunla bizzat çalışmış olmaktan onur duyuyorum. Fuat Sezgin 30 Haziran 2018’de vefat etti. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan tarafından da 2019 yılı Prof. Dr. Fuat Sezgin Yılı olarak ilan edildi. Bu yıl boyunca pek çok kamu kurumu tarafından 600’den fazla etkinlik yapılacak” diye konuştu.
Konferansın sonunda gelen soruları cevaplayan Prof. Dr. Mustafa Kaçar’a Rektörümüz Prof. Dr. A. Kemal Çelebi tarafından teşekkür belgesi ve çiçek takdim edildi.